Göreve aidiyet ve başkaları için yaptıklarımızdan sonra bulunulan konum ya da sosyal kültürel işlev gereği sadakat beklemek ve karşılığında sadakat içinde olmak görünüşte erdemlilik olarak tanımlanabilir.
Fakat her konuda olduğu gibi burada da kişilerin konteksti – bağlamsal geçmiş ve varoluşları belirleyici bir rol oynar. Dışarıdan bakıldığında erdemli davranışlar gibi görünen hal ve durumlar belki de kişilerin içsel ya da kolaylıkla görünmeyen duygusal hallerinden kaçışın, dünya ile çarpık bağlamsal ilişkiler kurulmasının koşullanması ile de açıklanabilir.
Eğer böyle ise görev aidiyeti ve sadakat hallerini erdem veya iyilik ile açıklayabilir miyiz? Belki. Belki de sorunun bu şekilde değil de şöyle sorulması gerekir. Kişinin görev aidiyeti ve sadakat olgusu / halleri ile kurduğu ilişkiler objektif yaşamsal değerlere göre yaşamasına ne kadar çok yardımcı oluyor? Onun duygusal halleri ile buluşmasına ve “özgürce” yaşamasına ne kadar çok izin veriyor?
İçsel dünyasında varolduğu halleri ile sevilmeyeceğine inanan, ya da çocukluğunda çokça gözlemlediği anlaşmazlık, çatışma durumlarını güvenliğine karşı katlanılmaz, kabul edilemez bir tehlike olarak gören birisi hayatı boyunca başkalarına yardım etmeyi, onların yaşamlarını kolaylaştırmayı, herhangi bir anlaşmazlık olduğunda arabulucu rolü oynamayı kendisine görev olarak görüp, öyle bir yaşam kurabilir.
Yardım ettiği ve başkalarının yaşamlarını devamlı kolaylaştırdığı için popülerliği ister istemez artacaktır, belki de sevilmeyi garantileyecektir. Kim yardımsever, zor durumda olanın problemlerini çözen, onların yanında olan birini sevmez ki? Sevilme ve kabul edilme garantisi ile görev haline gelen bu davranışlar yıllar geçtikçe daha bir güçlenip kişinin içsel hallerinden bihaber pratiğinin kalıplaşmasını sağlar.
Ancak buradaki yardım etme ve bunu görev olarak yerine getirme pratiğindeki önemli çarpıklık eninde sonunda hayatın gerçeklikleri ile yüzleşecek ve kişinin suratına bir tokat gibi çarpacaktır. Nedir bu çarpıklık? Nasıl işler?
Bu kişinin oryantosyonu ile ilgilidir. Hayatını başkalarının duygusal ve problemsel hallerine görev olarak adayan biri için onların görünürdeki hallerine odaklanmak yani sunduklarına bağlılıkla odaklanıp onların iyileşmesi üzerine kurulan bir yaşam kendi yaşamından çıkıp başkalarının merhametine mahkum olmuş bir yaşama dönüşür. Burada belirleyici olan kişinin varlıksal hali değil ilişkide bulunduğu kişi ve kişilerin hayatla kurdukları ilişki, bilgi derecesidir. Fakat isterse dünyanın en bilge kişisi ile birlikte kurulan bir yaşam olsun bu hiçbir zaman doğru olmaz.
Zaten çoğunlukla kendi içsel hallerinden haberi bile olmayan ya da bu hallerin onları nasıl şekillendirdiği üzerine kafa yormayan sosyal kültürel yaşam içerisinde böyle bir farkındalık pek sıkça karşılaştığımız bir durum değildir. Başkalarının iyiliği üzerine görev edinilmiş yaşam nasıl ve kimlerle kurulursa kurulsun sonuç olarak boğucudur. Hem görev aidiyeti ile hareket eden kişi hem de ‘hizmet’ edilenler için kendi varlıksal halleri ile yüzleşmemeyi doğurur. Bu durumlar en çokta ailesel, çiftler, yakın arkadaşlıklar ve iş hayatlarında kendisini gösterir.
Böyle dinamikler üzerine kurulmuş ilişkilerin bir diğer çarpıklığı da sadakat olgusunda kendisini gösterebilir. Burada bahsedilen sadakat olgusu sadece romantik ilişkilerdeki sadakat olarak görülmemeli. İş arkadaşlarının mutlak bağlılığını beklemek, herhangi bir eleştiriye duygusal tahammülsüzlük, kardeşlerin onun isteklerine göre hareket etmelerini beklemek örnekler olarak verilebilir. Emek veren, görev dürtüsü ile her türlü çaba içerisinde olan kişiler çevrelerinden kusursuz bir sadakat beklerken yaşanılan, gösterilen sadakat seviyesi onlara ne kadar çok doğru yolda olduklarını ya da güvende olduklarını gösterir. Sadakat olgusuna aşırı hassasiyet bir yandan tüm duyu organlarının, dikkatin olası sadakat davranışlarına yoğunlaşmasını da beraberinde getirir. Bü yüzden dışarıdan bakıldığında sıkıntı yaratmaması gereken durumlar bu kişiler tarafından kolayca sadakatsizlik olarak algılanabilir.
Sadakatın kırıldığı yer ve zaman böyle ilişkilerde bulunan bireyler için travmatik olabilir. Görev aidiyeti ile yaşamak kişinin dünyayı objektif olarak görmesinden uzaklaştırarak hayatı bireysel görme ve her şeyi kişiselleştirmesine neden olur. Bu da yaşam deneyimlerinin ağır bir şekilde kısıtlanmasına ve aşırı kırılgan bir hale getirir. Bu yüzden bu kişiler içinde bulundukları bu döngüleri korumak için çok büyük bir çabası içerisinde olurlar. Çünkü kırılmanın olması onlar için hayatta bulundukları yerin, sebeplerin yerle bir olmasıdır. Toparlanmak zordur ve ömürlük sonuçları koşullayabilir.
Bu döngülerin farkına varmak çok zordur, içsel-dışsal dinamiklerini bir ömür süresince görmek mümkün bile olmayabilir. Bilgiye verilen emek, yavaşlama, objektif soru sorma yeteneği, dinleyebilmek, psikoterapi alma cesareti, şefkat, duygusal hayata açıklık ve duygulara izin verme yetenekleri, zihnin ürettiği ‘hikayelere’ direnme, uzaklaşabilme kabiliyeti, bilimsel kanıtlarla bilgilendirilmiş meditasyon pratiği kişiye yaşama canlılığı getirecek anahtarlardan bazılarıdır.