Maddi olarak iyi bir durumda olan, en azından hiç kimseye muhtaç olmadan yaşayabilen, sağlığı ufak tefek rahatsızlıklar dışında iyi ve yerinde olan bir insan neden anı yaşamakta zorlanır? Ya da daha da basitçe neden özgür hissedemez? Neden direnir iyi gelen şeyleri yapmaya ya da başka bir deyişle hayatını bağımlılaştıran davranışların, maddelerin ve eşyaların kucağıma neden kendisini öylesine pervasızca bırakabilir?
Kişisel gelişim kitapları bize eğer ki doğru şeyleri yaparsak daha iyi olacağımızı, özgürlüğün bizim elimizde, beynimizde olduğunu buyurur. Bir şeyleri yanlış yaptığımızı, iyi bir planlama ve organizasyonla günümüzü ve haftamızı çok daha iyi geçirebileceğimizi göstermeye çalışır. Bunu arkadaşlarımızda yapar. Şöyle yapmalısın, böyle yapmalısın derler ve biz ne yazık ki bir türlü yapamayız.
İyi olmak için her türlü olanağımız vardır. Spor salonu üyeliği, evin yakınında bir iş, park, sevgili ya da eş, araba, Netflix, Disney, reklamsız YouTube üyeliği. İstediğin kitabı alıp okuma, hatta bahçede, parkta şortunla, bikini ile güneşlenme özgürlüğü (bazı yerlerde yoksa bile olduğunu farz edelim). İstediğin yemeği de yapabilirsin, yapamazsan bile öğrenebilirsin. Damak tadına göre seç seçebildiğini. Meditasyon, rahatlama egzersizleri yapmak için her gün onlarca dakikamız bile var. (Burada en azından maddi bir refahı yaşayabilme “lüksünde” olan veya ülkelerde yaşayanlardan bahsediyorum).
Buna rağmen telefonda, sosyal medyada saatler harcamak, bize iyi gelmeyen şeyleri yemek, uyuşturan maddeleri aşırı şekilde kullanmak, geçmişte olan şeylere takılmak, o gün, veyahut gelecek ile ilgili kaygılar dünyasına dalmak, saatlerce kalitesiz filmler, programlar izlemek, alışveriş yapmak, bunların hepsi günlerimizin, hayatlarımızın vaktimizin çoğunluğunu geçirdiğimiz şeyler olur.
Hayatın zor anları olur ve bu herkes için geçerlidir. Kaza, hastalık, ölüm, iftiraya uğramak, iyi arkadaşın yüzüstü bırakması, sevgine karşılık bulamamak, istediğin işi alamamak, uçağı kaçırmak, sevdiğin kitabın üzerine kahve dökülmesi, markette sıra beklemek, arkadaki arabanın çaldığı korna, eve geldiğinde yemeğin olmaması. Bunlar ister istemez can sıkar ve bazıları uzun sürebilecek sıkıntıların yaşanmasına da neden olabilir.
Özgür olmak bir mutluluk hali değildir. Aynı zamanda özgür olmamak bir mutsuzluk hali olmayabilir. Özgür olma isteği insanı sıkıntıya sokar çünkü bir şeylerin daha iyi olma hali belirmiştir ya da görünürlüğü bir şekilde zihne işlenmiştir.
Bu yüzden özgürlük gelecek ile de karıştırılır. Özgürlük sanki gelecekte olacak bir şeydir insan için. Mükemmel bir gün ve yaşam öngörülmüş ve o hayallerle yaşar insan. Beklemeye geçer ve gelmeyen o gün, iş, aile, sevgi, sağlık hep gelecekte kalır. Hiçbir zaman yakınında olmaz yani şimdi değildir. Şimdiki zamanda özgürlüğün olmaması kişiye bugününü boşlama fırsatlarını verir. Tüm kötü alışkanlıklarına kendisini bırakabilir, iyi ve şefkatli bir insan olma gereği de olmaz böylece. Çünkü o da gelecektedir. Gelmeyen gelecekte sıkışır insan hayatları, gönülsüz bir cezâdır ve bir ömür hapsine de dönüşebilir. Bazılarımız için bir ömürde yaşanan 3-5 defa çarptırılmış hayat boyu hapis cezasıdır. Reva mı bu çektiğimiz dedirtir insana.
İnsanı bu kadar aciz kılan, elinden ayağından, aklından gücünü alan ne olabilir? Ne yapması gerektiğini bildiği halde neden bir türlü yapamaz? Neden kendisini kaygılar, korkular, uyuşmalar diyarlarına bırakır. Cevabı biraz uzaktadır insan için, hatırlayamayacağı kadar uzaklarda. Uzakta olan içinde yaşansa da görmesi mümkün olmayabilir. İnsanın gözü kapandığında evrende karanlıklaşır. Karanlığın içinde olan insan görünmez olur.
Yeniden görmek için insanın karanlığa gitmesi gerekir. Karanlıkta kalması ve karanlığa alışan gözlerle görmeyi öğrenmesi. İnsanın karanlığı çocukluğudur, bebekliğidir, anne karnıdır. İnsan karanlığa doğar ve ilk gördüğü ve görmeye başladığı şey iki noktadır. Bu iki karanlık nokta belirler hayatını bundan böyle. O iki karanlık nokta içinde hapis olmak için gelmiştir dünyaya. O yüzden özgürlüğü kendisinde olmaz insanın.
İnsanın bakışı görmek için değil görülmek içindir. Göründüğünü hissetmesi ve yaşaması gerekir. Görüldüğü zaman görmeye başlar insan. Görülmek için her türlü şaklabanlık yapmayı bebekliğinde öğrenir, Facebook, Tick Tock ve instagramda devam eder.
İnsan kendi çabası ile özgür olamıyorsa onu ancak başkaları kurtarabilir, “özgürleştirebilir”. Annesi, babası, sevgilisi, lideri. Bunlar mümkün değilse başka şeyler de kurtarabilir işi, takıntısı, sevgi arayışı, melankoli, içki, uyuşturucu, sanat ve daha niceleri.
İnsanın romantik aşka zehirli bağımlığı buradan gelir ya da güçlü bir öndere, lidere olan kayıtsız, şartsız özlemi bundandır. Liderler gerçekten de kurtarabilir insanı, toplulukları. Çünkü özgürlük ancak onlardan gelen bir şeydir onların bahşedebileceği. Onların gücü sadece kendilerinden gelmez, esas güç insanların toplulukların görülme ihtiyacıdır. Bir toplumun görülme ihtiyacı ne kadar fazla ise o kadar güçlü bir lidere ihtiyaç duyar. Ve bu ihtiyaç hayatta kalma kavgası ile iç içedir. O yüzden insanlar lider bir şarlatana, şarlatanlara deli gibi bağlanabilir.
İnsanın kendisine iyi gelen şeyleri yapamaması özgür olamaması ile ilgilidir. Çok uzak zamanlarda iki noktaya, göze bağımlı bir şekilde doğması ile. O yüzden hep geçmişe takılı kalır ve bugünü yaşaması o kadar zor hale gelir. Geçmişe gidemediği için geleceğe erteler. Bilinmez bir geleceğe. Ya da bilinir bir sevgiliye, çocuklara, aileye, uğraşa, lidere bırakır yaşamını.
İyi bir yaşam için insanın özgürlüğü yeniden tanımlaması gerekir. Eğer başkalarına bağlılıkla doğuyorsa bunun duygusal hallerini farkettirecek bir pratiğin içinde olması gerekir. Belki de birbirimize bağlı olmanın pekte kötü bir şey olmadığını itiraf edip, birbirimize bağlı olmanın canımızı yakan bir durum olduğunu kabul etmemiz gerekir. Bağlı olmanın, bağlı olma isteğinin, görülme ihtiyacı ile girdiğimiz ilişkilerin, yaşam tarzlarının yarattığı kısır döngülerle barışmak, barışarak çareler bulmak ya da uzaklaşmak ancak o zaman mümkün olabilir. Özgür olmadığımızı ve olmayacağımızı kabul etmemiz gerekir. Ancak bu koşullarda geçmişi bedenine hapsetmiş ve iyiliği gelecekte, bir kurtarıcıda arayan “beyhude” bir yaşamdan kendimizi “kurtarabiliriz”.