Geçenlerde bir podcastta, 2012 yılında İzlanda da gerçekleşen bir turist turunda kaybolan bir kadının hikayesini dinledim. Kadın, tur otobüsü öğle arası için mola verdiğinde üzerini değiştirmek istiyor ve kısa sürede değişip otobüse geri dönüyor. Mola yerinden ayrılık vakti yaklaştığında otobüsteki bir adam siyah giyimli Asyalı kadının artık otobüste olmadığını fark ediyor ve tur görevlilerini uyarıyor. Bunun ardından hemen bir arama grubu kuruluyor ve yoğun bir arayış başlıyor. Bu arada otobüse geri dönen kadın da tarif edilen kişinin kendisi olduğunu anlamıyor ve endişelenip o da arama çalışmalarına katılıyor. İlk yapılan aramalar sonuç vermeyince polise haber veriliyor, sahil güvenlik botları da arama çalışmalarına katılıyor, hatta sabah erken saatlerinde kullanılmak üzere helikopterler çağrılıyor. Bu kargaşa sabah saat 3’e, kadının aranan kişinin kendisi olduğunu fark edinceye kadar devam ediyor.

 

Kendisini arayan ve bulamayan bir insan. Belki de bizlere hiç de yabancı olmayan bir durum. Yaşanan bu olay komik ve bizleri güldürebiliyor. Ancak bize trajik bir insanlık durumunu hatırlatıyor. Devamlı bir arayış içerisinde olmak. Devamlı bir koşturmaca ve bitmek bilmeyen hedefler. Hedefler, yer, zaman, kültür, yaş gibi etkenlere göre değişebiliyor. Her gün her zaman, her an bir şeyler yapıyoruz. Ya da bir şeyler yapmamız gerektiğini düşünüyoruz. Eğlenmemiz gerektiğini, mutlu edecek şeyler yapmamız gerektiğini ve rahatsız edici duyguları (üzüntü, endişe, korku gibi)yaşamamak için elimizden geleni yapıyoruz.

 

İyi olma halini, istenmeyen duyguların yokluğu ve istediğimiz hallerin yaşanmasına bağlıyoruz. Bu yüzden koşturmacalar hiç bitmiyor. İyi olmayı

devamlı mutlu olmak, bize zevk verecek şeyleri yapmak, yüksek mertebelerde olmak, başarı kazanmak, statü sahibi olmak, sosyal medyada binlerce takipçi kazanmak, gıpta ile bakılmak, imrenilecek güzellikte olup, mükemmel vücut ölçülerinde arıyoruz. Tabii ki böyle olmayı istemek koşturmacayı, boş durmamayı, devamlı bir uğraş içerisinde olmamız gerektiğini bizlere buyuruyor. Haliyle istenilen verimlilik, performans içerisinde olamama durumunda ya da yaşanılan herhangi bir mutsuzluk, asabiyet, stres, korku durumunda bu gibi halleri kabullenmemeyi, onları başarısızlık, başkaları gibi olamama, becerisizlik olarak görmemize neden oluyor.

 

Becerisizlik, başarısızlık ve kendimizi beğenmeme durumunda da bir şeyleri hep ters, yanlış, eksik yaptığımızı düşünüp tekrardan daha iyisini yapma isteği ve sürecine giriyoruz. Bir daha ki ‘başarısızlık’ hailini yaşayana kadar bu durum devam edebiliyor. İşin garip yanı biz bu süreçleri çoğu zaman fark etmeden yaşıyoruz yani otomatik pilota bağlı bir şekilde hayat böyle sürüp gidiyor. Bazen bu döngüyü bozacak şeyler oluyor. Örneğin bir yakımızı, çok sevdiğimiz bir insanın ölüm haberi ile sarsılıyoruz. Öyle anlarda hem kendimiz hem de etraftakilerden şu cümleleri duyabiliyoruz; ‘daha dün buradaydı şimdi yok, aslında her şey ne kadar anlamsız’ ya da ‘her şey boş imiş, insan yaşadığı anın değerini bilmeli’. Zaman ve yaşamla ili ilgili bu farkındalık ancak bir hafta bilemedin iki hafta sürüyor ve bizler yeniden kısa bir aradan sonra o koşturmaca ve mutluluğu arama döngüsüne giriyoruz.

 

Bu süreçler bir farkında olamama hali anlamına geliyor. Devam ede gelen bir tatminsizlik hali. Devamlı bir geleceği bekleme ve iyiliklerin orada olacağını sanma hali. Mutluluk, iyi olma halini gelecekten beklemek şimdiki anı memnuniyetsizlikler içinde yaşamayı koşulluyor. Memnun olmayan, bir türlü kendisini bulamayan ve onun arayışı içersinde olan bir insanlık. Belki de bulunacak hiçbir şey yoktur ya da bulduğumuzu sandığımız şey bulmak istediğimiz olmayabilir…hiçbir zaman.

 

Devamlı koşturma ya da bir arayışta olmak yerine durabilme ve hiçbir şey yapmama belki de bizi zamana yaklaştırabilir ve şimdiyi yaşama şansı verebilir. Bir şey yapmamak boş boş durmak ve oradan yine düşüncelere dalmak değil aksine bir farkındalılık hali olarak düşünülmeli. Ortaya çıkan, oluşan duyguları, düşünceleri, fiziksel halleri, sesleri, görüntüleri, hisleri olduğu gibi fark edebilme ve bu farkındalılıkla dikkatimizi olana, değerlerimize odaklayabilme. Belki de ‘iyilik’ gelecekteki bir başarıda değil de yanıbaşımızdaki çocuğumuzun odanın içinde sallana sallana yürümesini izlemekte, yolda yürürken gördüğümüz ağaçların, yaprakların renginde, kaybettiğimiz bir yakınımızla paylaştığımız komik bir anı anımsamakta ve gözümüzden dökülen bir damla yaşta, ya da başkaları ile girdiğimiz bir yarışta kaybederken kendimize gösterdiğimiz şefkat ve anlayışta. Hiçbir şey yapmayarak aslında her şeyi yapabilmekte.