Self-help yani kişisel gelişim kitaplarının en çok ve kolay bir şekilde kullandıkları pazarlama yöntemi seçtikleri adlarda saklı. Başarabilirsin, Hayatını Değiştirmek Senin Elinde, Her Şey Mümkündür, Düşün ve Zengin Ol, Sen Kazan Onlar Kaybetsin, Beş Dakikada Beşiktaş! Böyle gidiyor. Peki neden bu başlıklar bizlere çekici geliyor? Çok satıldıklarına göre bir yerleden bir şeyler yakaladıkları ortada. Kişiye her şeyi değiştirme gücü, belirleyici olma ve hayatına yön verme kabiliyeti sunma, aşırı bir çekicilik taşıyor.

Bir şeyleri yanlış yaptığımız ve onları düzeltirsek hayatın da düzeleceği fikri üzerine kurulmuş bir yönelim ilk başlarda motive edici. Ama bir şekilde bu tür anlayışlar bir süre sonra değiştirilmeye çalışılan sistemlerle aynı potada eriyor. Tüketim üzerine ya da varolan yaşamın devamlılığı üzerine kurulmuş, önceden ve çevresel şartlarla birlikte başkalarının belirlediği yaşam ve yaşamak koşullarının nasıl çalıştığına kafa yormadan ya da ona uygun yöntemleri öğrenmeden kişisel gelişim mümkün. Fakat çoğu zaman böyle bir kişisel gelişim kişinin kendi kendisini kandırdığı bir illüzyonun dışına çıkamıyor. Sonucu ´başarısızlıkla´ biten süreç ister istemez kişileri uzun erimde çaresizliğe, umutsuzluğa, yani ‘suçu’ hep bir yerlerde bir şeyleri yanlış yapan kendisinde aramaya götürüyor. Demek ki ben yapamıyorum, başkaları gibi düşünemiyorum, her şey mümkün ama ben beceremiyorum, en iyisi kaybedenler kulübünde kalmaya devam etmek diye gider bu düşünceler.

Doğduğumuz yeri, tarihi, anne ve babalarımızı, genlerimizi, kültürü bizlerin seçememesi ¨kaderimiz¨. Öyle bir kader ki çocukluktan sonra genel hatları ile bu belirlenen çerçeveler bizlerin geri kalan yaşamının nasıl olacağını belirliyor. İnsanlığın, kültürel ve bilgisel gelişimin geldiği aşama ne yazık kı genel olarak insanın ve tabiatın doğasına yaklaşmasına yeterince izin vermemiş durumda. İnsanın tabiatında görülme, yatıştırılma, güvende ve güvenlikte olmayı hissetme var. Doğumdan sonra ve sonraki süreçlerde, özellikle yaşamın ilk yıllarında bu ihtiyaçların giderilmemesi ya da manipülasyonlarla yaşatılması kişinin doğal hallerini, becerilerini ortaya çıkaran ya da törpülemesi gereken özelliklerine sağlıklı bir şekilde bakmasını engelleyerek kısıtlamalarla yaşamasına neden oluyor.

Çocukluklarında dünyanın, bedenin, kültürün işleyiş yasalarına, bilgisine hakim olması mümkün olmayan insanlar ister istemez dilin ve kategorilerin boyunduruğu altına girerek kendilerine sınıflandıran tanımlamalarla hayatın içeresinde yer alıyor. İşe yaramayan, beceriksiz, sevilmeyi hak etmeyen, farklı (olumlu ya da olumsuz), iğreti, anormal olan ya da başkalarına hiçbir şekilde güvenmemesi gereken, duygularını kendisine saklaması gereken, devamlı başkalarını mutlu etmesi gereken, haksızlığa uğradığı için devamlı bakılması gereken, sadece kendi iç dünyasına hapsolan, devamlı sorumluluk hissetmesi gereken ya da hiçbir sorumluluk almaması gereken. Bu liste öyle uzayıp gider.

Kişisel gelişim kitaplarının çoğunun yaptığı yanlış kişilerin yaşamlarını kontekstlerinden yani bağlamsal durumlarında kopararak edinilen etiketleri yenileri ile değiştirilmesini salık vermeleri. Bunu yaparken ayrıca kişilerin ekonomik, ailesel, yaşanılan ülkelerin kültürel, politik çerçevesini ve onların etkilerini de görmezden gelmeleri. Siz bir şekilde olduğunuza inanıyorsunuz fakat buna inanmayın ve daha pozitif şeylere inanın, çünkü en önemli sizsiniz deniyor. Bu önerme olarak hiç de yanlış durmuyor. Fakat fark edilmeyen bu önermenin insanın psikolojik, duygusal ve bilişsel gelişimin doğasına aykırı olması.

İnsanların çocukluk yıllarında görülmeye, yatıştırılmaya, güvenlikte hissetmeye yaptığı fiziksel ve duygusal yatırım o kadar fazla ki bunları sadece düşünceleri değiştirerek ya da pozitif konuşma ile değiştirmek mümkün değil. İlk yıllarımızda yaşadıklarımızın duygusal, bedensel ve düşünsel dünyamızla oradan çevresel şartlarla birlikte dil ile kurduğu bağlar kompleks ve bu kargaşa sadece o süreçlerin anlaşılmasını sağlayacak işleyişlerin farkında olacak pratiklerle anlaşılıp “değişebilir”. Bunun anlamı etiketleri değiştirmek değil o etiketleri ve kuralları besleyen süreçleri fark ettirip, kişinin olduğu/durduğu (bedensel, kültürel, düşünsel, duygusal, politik, ekonomik) yere göre onların yerine koyacak işleyişleri doğru zaman ve oranlarda hayatın içerisine yerleştirmek diyebiliriz.

İlaçların veya ilaçla tedavi olmanın o kadar revaçta olması da yukarıda anlattığım nedenlerden. Yaşanılan acılarla, üzüntülerle yüzleşmeyi sağlayacak süreçleri yaşamak yerine bir hap alayım her şey güllük gülistanlık olsun ya da hemen kısa yoldan bir şeyler öğreneyim de sorunlarımı çözeyim anlayışı da burdan geliyor.

Peki böylesine bir değişim neden olmuyor ya da daha çok kullanılamıyor. Bunun terapiler için ana nedeni psikoloji biliminin de bu süreçleri son yıllarda daha yeni denilecek bir zamanda fark etmeye başlaması. Var olan terapi sistemlerinin ana yöneliminin işleyişleri değil de kendi teorilerinin çevrelerine kısılı kalıp kişileri de terapi süreçlerinde kullandıkları dillere mahkum etmeleri değişimin önünde büyük bir engel. Batının akademik dünyasına mahkum kalmayarak doğunun doğa ve insanın özüne yaklaştıran pratiklerini birleştirmek psikoloji biliminde yani bir paradigmaya doğru yönelmemizi sağlıyor. Bu büyük bir değişim ve insanın doğa ve objektif değerlere yaklaşmasını sağlayabilecek iyilikleri içerisinde barındırıyor.

Fakat bu böyle kolay bir iş değil çünkü yukarıda belirtilen çocukluk yıllarında öğrenilen işleyişlerin bizler üzerinde yaptığı en büyük yıkıcı durum yaşamlarımızda etki yapacak doğasal etkin olma gücünü elimizden almış olması. Yaşamına ve çevreye etkide bulunma gücü elinden alınan insan, böyle bir gücü olmadığına inanan insan ister istemez bunun ağırlığı altında ezilir. Ezildikçe özü ile değil, kafasını karıştıran yanlış inanışlar ile hesaplaşma yoluna ya da onlardan kaçma yoluna girer. Bu süreçler yıkıcıdır ve kişilerin daha çok bedeller ödemesine neden olur. Devamlı bedeller ödeyip sorunları ile içine kapanan insanın da kısa yoldan çözüm üretmek istemesi doğaldır.

Yaşama doğa ve kendi doğasal halleri ile barışık bir şekilde etkin bir güç olarak katılamamak kişilerin yaşama etki etmediği anlamına gelmez. Hayatın içerisindeki her birey bir şekilde yaşama etkide bulunur. Fakat yapılan etki ve yaşanılan etkileşim sadece kısır döngüleri besleyen, insanları değerlerine değil de onu daha da çok yabancılaşmasına neden olan sistemlere hapsolmasını getirir. Yaşamı zorlaştıracak adımları atan bireyler çevrelerine de o şekilde etki edip, ekonomik, kültürel vb ‘ağırlıkları’ oranlarında çevrelerininde kötüleşmesine katkı sağlayabilir.

Bunların hepsini dikkate aldığımızda herkese sorumluluklar düştüğünü söyleyebiliriz. Alınan sorumluluklar terapistlerin, danışanların, hepimizin daha bir etkin bilinçle işimize, günlük yaşamlarımıza, ilişkilerimize, katılmayı gerektiriyor. Etkinlik, bilgiye ulaşmak, ulaşma çabasında bulunmak, dinleyebilmek, yanlış olduğunu kabul edebilmek, şimdiki zamana odaklanıp duyguları yaşayıp onlarla kalabilme cesaretini gösterebilmek, bedenlerimizle barışıp kendimize ve çevremize şefkatle yaklaşmak vb. diye sıralanıp gider. Özellikle dikkatin, konsantre olabilme yeteneklerinin elimizden alındığı zamanımızda bu daha da zor ama imkansız değil.